Türk kültürünün, nağmesinin, duygularının vazgeçilmezidir sazımız..
Sevdalarımızı, kahramanlıklarımızı, dertlerimizi, ağıtlarımızı millet olarak hep sazın tellerinde aradık yüzyıllarca.
Görünüşte hepsine saz denir.. ya curadır, ya aşık sazıdır, ya bozoktur,ya tamburadır, ya bağlama, ya çöğür, ya divan veya mekan bağlama dır adı.. kısa saplısı, uzun saplısı, perdelisi, üç tellisi, elektrosu derken hep kulağımıza ahenk verir, yüreğimize renk verir tüm sazlar....
Karacaoğlanlar, Nesimiler, Pir Sultanlar, Mahzuni Şerifler, Neşet Ertaşlar bugüne kadar bu tellerin sırlarıyla sırlandılar..
Evet sazın tellerine vurarak ekmek yediler, emek verdiler, haykırdılar, isyan ettiler ve sonunda elveda dediler saza ve söze .. göçüp gittiler..
Şimdi onların izinden giden biri var malatyada .. adı inan karakış, ağacı oyuyor, kütükten türküye giden yolu çiziyor..
Atıl durumdaki besi damını atölyeye çevirmiş, Doğanşehir'e köyüne Karaterzi'ye yerleşmiş.. Eşiyle beraber sevdası olan saza can veriyor. İnan Karakuş okumuş, gezmiş, sonunda köyüne gelmiş ve dut ağacına can veriyor.
Bir saz için tam 2 yıl kuruması gerekiyor dile kolay, emek lazım, sanat lazım.
Yapım aşaması çok zor olan ve zaman alan saz yapımı ince ayar gerektiriyor.
Ve biten bir sazın tellerine yapan ustanın elleri değdikçe sanat oluyor, hüzün oluyor, söz oluyor, keder oluyor, kader oluyor..